30 Ağustos 2020 Pazar

Türk tarihinin en önemli dönüm noktası: Büyük zaferin 98. yılı

 Mustafa Kemal Paşa komutasındaki Türk ordusunun zaferi ile sonuçlanan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi, dünya tarihinin gördüğü en büyük kahramanlık destanlarından biri olarak tarihe geçti

1919 yılında Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu'yu işgale başladı, ordusunun cephanesi elinden alınan Türk milleti zor durumda bırakılmaya çalışıldı.


Ünlü yazar Halide Edip Adıvar'ın ''Türk'ün Ateşle İmtihanı'' kitabında anlattığı işgal günlerinde, itilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşti.




Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği ''millet olma bilinci'' içerisinde işgallere karşı Kuvayımilliye hareketini başlattı. İki seçenek vardı; ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan yakılan bir ülke, yılmaz evlatlarının azmiyle yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı.


1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırdı, özellikle Batı Cephesi'nde hareketlilik başladı. 1921'de Polatlı'ya kadar gelen Yunan ordusunu püskürtmek, daha birkaç yıl önce tarih literatürüne ''Çanakkale geçilmez'' sözünü altın harflerle yazdıran vatan evlatlarına düştü.


Sakarya'da 22 gün 22 gece süren kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruz'u başlattı.


26 AĞUSTOS'TA KOCATEPE'DE ŞAFAK SÖKERKEN


Başkomutan Mustafa Kemal, 26 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile muharebeyi yönetmek üzere Afyonkarahisar sınırlarında kalan Kocatepe'de yerini aldı.


Topçu ateşleriyle şafak vakti başlayan harekatın devamında Türk askeri, sabahın ilk ışıklarıyla hücuma geçip Tınaztepe'yi ele geçirdi ve Belentepe ile Kalecik Sivrisi'nden düşmanı uzaklaştırdı.


Taarruzun ilk gününde 1. Ordu birlikleri, Büyük Kaleciktepe ile Çiğiltepe arasında 15 kilometrelik alanda, düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5'inci Süvari Kolordusu, düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu, 2'nci Ordu ise cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.


Türk ordusu, 27 Ağustos sabahı yine bütün cephelerde yeniden taarruza geçti ve aynı gün Afyonkarahisar, 8'inci Tümen tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. 28 ve 29 Ağustos'ta başarıyla sürdürülen taarruz, düşmanın 5'inci tümeninin etkisiz kılınmasıyla neticelendi.


29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçilip taarruzun kısa sürede sonuçlandırılmasında hemfikir oldu ve planın 30 Ağustos'ta aksamadan uygulanması için gerekli önlemler alındı.




BÜYÜK ZAFER VE BİR KIRIK KAĞNI


Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk Ordusu'nun Kurtuluş Savaşı'nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde olan Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Zafertepe Çalköy'de birliklere taarruz emrini verdi.


O'nun bizzat yönettiği Dumlupınar'daki meydan muharebesinde kahraman Mehmetçik, Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş deresi yolunun iki yanında tamamen sarıp imha etti. Kızıltaş deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri, General Trikopis, General Diyenis ve birçok Yunan komutanı kaçtı.


Büyük Zafer'in ertesi günü, 31 Ağustos'ta Zafertepe Çalköy'de bir evin bahçesindeki kırık kağnının üzerine muharebe alanlarının haritasını koyan Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile durum değerlendirmesi yaparak Yunanlıların yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve onları mağlup etmek için İzmir'e girme görüşünde birleşti.


"ORDULAR İLK HEDEFİNİZ AKDENİZ'DİR İLERİ"


Mustafa Kemal Paşa, Büyük Zafer sonrası 1 Eylül'de Dumlupınar'da, Batı Cephesi'ndeki tüm subay ve erlere okunmak üzere yayımladığı bildiride, şu ifadelere yer verdi:


''Türkiye Büyük Millet Meclisi Orduları, Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakarlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk ulusu, geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedakarlıklarınızı yakından görüp izliyorum. Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe Kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!''


27 Ağustos'ta Afyonkarahisar, 30 Ağustos'ta Kütahya'nın kurtuluşunu 1 Eylül'de Gediz, 3 Eylül'de Emet ve Tavşanlı'nın kurtuluşları izledi, 9 Eylül'de İzmir'de Yunan Ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa'nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi.




VERDİĞİ SÖZÜ YERİNE GETİREMEDİĞİ İÇİN İNTİHAR ETTİ


Büyük Taarruz'dan akıllarda kalan en önemli olaylardan biri, 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey'in, 27 Ağustos'ta Çiğiltepe'nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine, görevini yerine getirememenin üzüntüsü ile kendisini vurarak intihar etmesiydi.


Kocatepe'den verilen emirle Büyük Taarruz'u başlatan Türk askerleri, taarruzun ilk ve ikinci gününde tüm tepeleri ele geçirmeye başladı. Çiğiltepe'de bulunan Yunan askerlerine karşı direnen 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey ile Mustafa Kemal Paşa arasında, şu telefon konuşması geçti:


"VERDİĞİM SÖZÜ YERİNE GETİREMEDİM"


Sonraki yarım saatte Çiğiltepe'yi düşman askerinden alamayan Albay Reşat Bey, ''Verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam'' diyerek beylik tabancasıyla intihar etti.


Mustafa Kemal Paşa'ya, Çiğiltepe sırtlarında çarpışan 57'nci Tümen Komutanlığını yeniden telefonla aradığında Albay Reşat Bey'in intihar ettiği söylendi ve ''Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam'' yazdığı notu okundu.


Çiğiltepe, Albay Reşat Bey'in ölümünün 15 dakika sonrasında düşman askerlerinden kurtarıldı.


"TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN TEMELİ BURADA SAĞLAMLAŞTIRILDI"

Büyük Önder Atatürk, Büyük Zafer'den tam iki yıl sonra, 30 Ağustos 1924'te, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı'nın temel atma törenine katılmak üzere Zafertepe Çalköy'e geldi.

Törene katılanlara iki yıl öncesini hatırlatan Atatürk, Büyük Zafer'i şu cümlelerle anlattı:

''Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, çok parlak zaferlerle doludur ama Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil dünya tarihine yeni bir adım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbellidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Türk ulusu burada kazandığı zaferle, açığa vurduğu gücü ve istemiyle, bu belli gerçeği bir kere daha tarihin bağrına çelik kalemle koymuş bulunuyor.''








Atatürk'ün dehasını gözler önüne seren o belge ortaya çıktı

 Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ün 26 Ağustos 1922’de sabaha karşı verdiği emirle başlattığı Büyük Taarruz ve 30 Ağustos’ta kazanılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi, O’nun bütün askerî kavramları yıkan taktiği olarak değerlendirilir

Cumhurbaşkanı Atatürk, Büyük Zafer’in nasıl kazanıldığını, 1932-1933 yıllarında ABD’nin Ankara Büyükelçisi General Charles H. Sherrill’e kroki çizerek anlatır. Ankara’da 20 Mayıs 1932’de güven mektubunu sunarak göreve başlayan ABD Büyükelçisi General Sherrill, 29 Mart 1933’te veda ziyaretinde bulunuşuna kadar Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal ile yaptığı görüşmeleri, 1934 yılında “Mustafa Kemal- İnsan, Eseri, Ülkesi” adlı bir kitapta toplar. Sherrill, bu kitabında, görüşmeleri sırasında Atatürk’ün “bizzat çizdiği”ni belirttiği “kroki”lere de yer verir. Prof. Dr. Hikmet Özdemir, Sherill’in kitabıyla ilgili incelemesinde, bu krokilerin, “Türk askerî tarihçiliği açısından çok kıymetli birer belge olmanın ötesinde; Türk İstiklal Harbi’nin öğretiminde söz konusu muharebelerin anlatımı çabalarında Başkomutan’ın kendi kaleminden muhteşem bir katkı” olduğuna işaret eder.


General Sherrill, kitabında, Mustafa Kemal’in, “Türklerin hürriyeti ve Türkiye’nin yabancı düşmanlardan temizlenmesi için yaptığı yorucu çalışmasının hiçbir döneminde, uzun Sakarya savaşı ile daha kısa süren Dumlupınar savaşı başlangıcı arasındaki 11 aylık devredeki (1921 Eylül’ünden 1922 Ağustosu arası) kadar yorulmadığını ve çaba göstermediğini” kaydediyor.

 


 

Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, Büyük Taarruz’dan önce poligonda mavzerle ateş talimi yaparken.

 

KUSURSUZ PLAN

 

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Sherrill ile sohbetinde, bu yorucu on bir ayın hikâyesini anlatmaya, “Evvela, benim Ankara’da Büyük Millet Meclisi ile olan ilişkilerimi gözden geçirelim” diyerek başlar. Sherill, bu konuya ilişkin özetle şunları aktarır: “Bizzat anlattığına göre, Sakarya savaşından önce, Meclis’in kendisine verdiği Başkumandanlık yetkisi, belirli bir süre içindi ve bu da sona ermişti. Hemen bütün Meclis, bütün millet, Yunanları Anadolu’dan atacak ve Sakarya’dan çok daha ezici bir darbenin hemen indirilmesini istiyordu. Mustafa Kemal ise böyle bir darbe için çok büyük ve etraflı bir hazırlığın lüzumunu biliyordu. Fakat Ankara’da politikacılar sabırsızlanıyorlardı. Meclis’e giderek konuştu. Başkumandanlık konusunda altı aylık sınırın kaldırılmasında ve devamlılığında ısrar etti. Meclis, Mustafa Kemal’in talebini şartlı kabul etmişti... Süresiz Başkumandanlık yetkisi karşılığında Meclis’in istediği Yunanlara karşı hemen taarruzdu. Gazi’nin bunlara karşı verdiği cevap kısaca ‘Henüz vakit gelmemiştir, büyük ölçüde hazırlığa ihtiyacımız var’ olmuştu. Bu süre içinde cephede de boş durulmuyordu. Kuzeyde Eskişehir’e, güneyde Afyonkarahisar’a kadar uzanan 120 kilometrelik Yunan hattı mütemadiyen takviye edilmişti… Ankara’ya yakınlığı sebebiyle Eskişehir, Yunanlar yönünden Afyonkarahisar’dan daha önemliydi ve Yunanların ana kuvvetleri Eskişehir’de idi. Ancak, karşılarında da Türklerin ana kuvvetleri yer almıştı. Fakat Mustafa Kemal, Afyonkarahisar’ın büyük stratejik öneme sahip olduğuna inanıyordu. Çünkü burası, 300 kilometre aşağıda, İzmir demir yolunun kavşak noktasıydı ve Yunan kuvvetlerinin malzeme ve erzak ikmali bu yoldan yapılıyordu. Bu yüzden Yunanlar burasını yalnız üç sıra dikenli telle çevirmemişler, her türlü tahkimatı yapmışlardı. Bu istihkâmları gezen İngiliz askerî istihkâmı ve mühendisleri, buranın alınmasının mümkün olamayacağını söylemişlerdi.”

 

General Sherrill, değerlendirmelerine şöyle devam eder: “Savaşın yeniden başlamak üzere olduğu bugünlerde, her iki tarafın kuvvetlerinin mevcudu, karşılıklı olarak yapılan hazırlıkların büyüklüğünü göstermekteydi. O vakit, Yunanların 130 bin piyadesi, 1300 süvarisi ve 348 topu vardı. Türklerin ise 98 bin 670 piyadesi, 5 bin 286 süvarisi ve 323 topu bulunuyordu. Bu rakamların karşılaştırılmasıyla ortaya çıkacak durum şuydu: Her iki tarafın top sayısı dengeliydi. Türklerin süvari ve Yunanların ise piyade mevcutları fazlaydı. Ancak, Türklerin piyade bakımından

zayıflık derecesi, Sakarya’da olduğu gibi büyük değildi.”

 

‘KAN DÖKÜLMESİN’

 

Mustafa Kemal gibi büyük bir taktikçinin, aylar süren hazırlıkları gizlemek için elden gelen bütün çabayı gösterdiğini anlatan Sherrill, bu sırada, Fethi (Okyar) Bey’in Londra’da İngiltere Başbakanı Lloyd Georges’u, Yunanların kan dökülmeden Anadolu’yu terk etmeleri konusunda ikna etmek için çalıştığını ve Mustafa Kemal’in de gerçekten bunu istediğini belirtir.


Fethi Bey’in Lloyd Georges’u ikna için gösterdiği çaba beklenen sonucu vermeyeceği anlaşılmaktadır. Herkes dikkat kesilmiş olayların gelişmesini beklemektedir. Sherrill, o günleri şöyle değerlendirir: “Bütün gözlerin dikkat kesilmesine ve kulakların kirişte bulunmasına rağmen, Türk Başkumandanı’nın taarruz saatini tespit etmesini, taarruz stratejisi ve teferruatı için generallerle görüşmesini, yine aynı maksatla bir büyük askerî toplantı yapmasını ne Ankara ne Yunanlar ve ne de bütün dünya anlayamayacak, bilemeyecekti.

 

FUTBOL MAÇI

 

Başkumandan’ın 28 Haziranda, Akşehir’de bir futbol maçında hazır bulunacağı basın yoluyla resmen duyurulur. Ankara’dan kısa bir ayrılık için akla yakın gelen bu yöntem, Mustafa Kemal’e sadece bir futbol maçında bulunmanın zevkini vermekle kalmayacak, aynı zamanda ne konuştuklarına kimsenin kulak kabartmayacağı bir yerde, bazı subaylarla görüşmek fırsatını sağlayacaktı. Ankara’ya dönerken, gece karanlığında Türk hatlarının merkezine vararak tümen ve kolordu kumandanlarıyla toplanıp taarruz saati ile birlikte düşmana indirilecek kesin darbenin bütün teferruatını görüşecek ve nihayet futbol maçını seyretmenin verdiği neşeyi yüzünde taşıyarak Ankara’ya dönecekti.”

 

SÖYLENTİ ÇIKTI

 

Bu sırada, Ankara’da Hükümetin savaş planları konusunda kararsızlık içinde bulunduğuna dair söylentiler çıkarılır. Bu yoldaki haberlere gazetelerde yer verilir. Bu söylentiler Türk ordusunun daha bir süre herhangi bir harekette bulunamayacağı kanısını uyandırmaktadır. Özellikle Yunanlar böyle düşünmektedir. Dünya basınında da, “Kayıtsızlığa alışmış Türklerden ne beklenir ki!” yolunda yazılar çıkar.

 

Ancak, durum hiç de böyle değildir. Eskişehir’de, güçlü Yunan ordusunun karşısında bulunan Türk kuvvetleri gizlice ve gecenin karanlığında, yaya olarak güneye iner ve Afyonkarahisar demir yolunun kavşak noktası ile çevresine ve şehrin güneyinde bulunan Dumlupınar tepelerinde mevzilenir. Türk birliklerinin buralarda bulunabileceğini kimse hatırından bile geçirmiyordu. Eskişehir’deki üç Yunan tümeninin karşısında sadece bir Türk alayı bırakılır. Fakat bu alay geceleri, burada Türk tümenleri varmış görüntüsünü vermek için bol bol ateş yakıyor, gündüzleri de çok sayıda tümenin yapabileceği kadar toz duman çıkarıyordu.

'ÇAY ZİYAFETİ' HABERİ YAYILIR, ANCAK...

O günlerde Ankara’da; Başkumandan’ın Çankaya’da büyük bir çay ziyafeti vereceği haberi yayılır. Ancak Mustafa Kemal, bir gece önceden otomobiline atlamış ve Konya’ya doğru hareket etmiştir. Başkomutanlık, Genelkurmay ve Batı Cephesi karargâhları, 25 Ağustos’ta muharebenin yönetileceği Kocatepe’nin güneybatısındaki ordugâha nakledilir. Mustafa Kemal, 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30’da taarruz emrini vermiştir. Tam dakikasında, Türk topçusu, piyade hücumunu hazırlamak üzere toplarını ateşler. On beş Türk tümeni, Afyon’u tutmakta olan ve herhangi bir taarruz beklemeyen üç Yunan tümeninin üzerine, baskın hâlinde hücum eder. Yunanlar elden gelen bütün çabayı harcarlar ama Türklerin ani baskını ve sayı üstünlüğü, onları geriye kuzeye doğru uzanan hatları yönünde yuvarlar.

DUMLUPINAR MUHAREBESİ

Türk ordusu (kırmızı renk), üç Yunan tümenini Afyon-Karahisar’da ezdikten sonra, Yunanların, İzmir’e doğru kaçmalarını engellemek için yön değiştiriyor. Bütün muharebe boyunca, Yunan hatları Eskişehir’e kadar uzanıyorlardı, ama Mustafa Kemal sadece savunmanın zayıf noktasına saldırır: Afyon-Karahisar çatalı, İzmir’den uzanan yardım hattının birleştiği nokta.

 


 

ATATÜRK'ÜN ÇİZDİĞİ TAKTİK KROKİSİ

 

Büyükelçi Sherrill, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ni anlatırken çizdiği krokiyle birlikte, savaş taktiğini kitabında şöyle açıklar: “Mustafa Kemal, yine bütün savaş ilminin kaidelerini ve metinlerini bir yana itmişti. Görüşmelerimiz sırasında, bana bu olayı anlatırken çizdiği krokiye bakılınca, baskın şekli bütün açıklığıyla görülecektir: Kuzeye doğru uzanan mavi çizgiler, Yunanların Afyonkarahisar’ından (Krokide Af. diye gösteriliyor) geriye, Eskişehir’e (krokide Esk.) doğru çekildiklerini gösteriyor. Şuna da dikkat edininiz ki, taarruzdan hemen sonra ve Yunanların ricatı üzerine, Türk hatları da sola, güney batıya doğru keskin bir dönüş yapmaktadır. Ve bunun üzerine kuzeye doğru kaçmakta olan Yunanlar, birdenbire batıya dönmektedirler. Bu durum gösteriyor ki, Yunanlar, kendilerini takip eden Türk kuvvetleriyle teması kaybedince ‘Bunlara ne oldu?’ diye paniğe kapılmışlardır. Kendilerini takip eden Türk kuvvetlerinin peşlerini bırakarak güneybatıya doğru ilerlediklerini ve böylece Yunan kuvvetlerinin İzmir’le irtibatlarını kesmekte olduklarını çok geç anlamışlardı! Diğer taraftan Türk süvarileri düşmanın sağ cenah gerisine doğru ilerlemiş ve Yunan Genel Karargâhı ile Eskişehir-Afyon mıntıkasındaki birliklerinin her türlü bağlantısını kesmişti.

…Bu çevirme hareketi, aynı zamanda Yunanların üstüne düşmek suretiyle başarılı olmuş ve kurulmuş tuzak kapanmıştı! Dağınık Yunan birlikleri, geçtikleri köyleri, tarlaları ve meyve bahçelerini ateşe vererek İzmir’e doğru kaçıyorlardı.”


BÜYÜKELÇİ SHERILL'İN DEĞERLENDİMESİ ŞÖYLEDİR

 

“Bu büyük savaşta, hiçbir Yunan birliğinin tam ve zedelenmemiş olarak Yunanistan’a varamadığını söylemek, düşmanın bu mağlubiyetinin ağırlığını ortaya koyacaktır. Yunan askerleri darmadağınık bir hâlde İzmir’e koşuyor ve orada vatanlarına dönmek üzere gemilere atlıyorlardı.”